İncitanesi..
Hayallerimizi, yüreğimizden geçenleri, yaşayamıyoruz diye düşünür oldum son günlerde ben . Hep bir engel var insanların yaşamlarında mutluluklarını engelleyen. Bu engeller; yarım kalan bir iştir bazen tamamlanması gerekir, bazense sorumluluklardır. Bazen paylaşılamayan duygulardır, bazense nedensizdir, anlamsızdır bu engeller. Ama bir düşün, hayatı hayat yapanda bunlar değil mi? Bunlar değil mi insanı insan yapan. Sadece nefes alıp gülmek midir ki yaşam dediğimiz? Yoksa, acısıyla sevinciyle, karmaşasıyla, dinginliğinle yaşadıklarımız mı? Ya da yüreği sıkan, bunaltan, boğan yaşanmamışlıklar mı? Veya pişmanlıklar mı yaşadıklarımızdan duyduğumuz bize yaşadığımızı hissettiren.
Hiç istiridye kabuğunu açtın mı? Ne ilgisi var deme bana. Hep bir ümit vardır istiridye kabuğu açılırken. Bu sefer dersin, bu sefer bu istiridye kabuğunu açacağım ve içinde bir "inci" olacak. Ama her defasında bir başka istiridye kabuğuna taşınır umutlar. İnsanların yaşadıkları ilişkileri de ben "inci" yi aramaya benzetiyorum. Her attığımız adım, her yaşadığımız şey başlangıçta bir umuttur. Bu sefer, evet kesinlikle bu sefer der dururuz. Ve bazen de hiç ummadığımız bir istiridyenin kabuğunu açtığımızda tüm ihtişamı ile karşımızda durur. Seviniriz, mutlu oluruz, işte aradığımızı bulduk deriz. İşte onca arayış, onca emekten sonra karşımızda duruyordur hayalimiz.
Ancak çoğunlukla kaygan ve aramaktan yorulmuş, uyuşmuş ellerimizde tutamayız o küçücük "inci" tanesini ve kayar gider elimizden, denizin derinliklerine doğru süzülür, baka kalırız ardından boş gözlerle. Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var ki, hiç ummadığım anda bir istiridye kabuğunun içinde buldum ben seni. Ve biliyorum ki kayıp gitmene mani olamayacağım bir gün ellerimden. Doğal olanı da, doğru olanı da bu belki. Ama şu anda o inci tanesi ellerimde ve ben tüm ihtişamıyla seyrediyorum elimdekini. Ve mutluyum.......
Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum dedim ama, galiba bu gün okuduklarım etkili oldu buna ve beni farklı bir boyuta taşıdı o yazılanlar...
"Şimdi artık biliyorum ki, bütün yaşantımız boyunca ancak bir/birkaç kişiye böyle bir hak tanırız. Onu şımartır, yüz verir, alttan alır ve hatta ona teslim bile oluruz. O da bunu, zaten taa en başından bilmektedir. Eğer çok şanslı değilseniz, karşınızdaki şımarır, ipin ucunu kaçırır, bin pişman olur, incinir, düş kırıklıklarıyla yaralanır ve acı çekersiniz sonunda. Bazen, çok ender de olsa şanslısınızdır ve bir mucize yaşarsınız. Çünkü, karşınıza dilinize akraba biri çıkmıştır. (Tanrım mucizeleri ne çok seviyoruz böyle!) O sırada kaç yaşında olduğunuzun kesinlikle hiç önemi yoktur. (Hayır yoktur!) Ve ben şanslıydım!"
Geriye dönüp baktım yaşadıklarım içinde ben hiç kimseyi şımartamadım, alttan da almayı bir türlü beceremedim. Hep burnumun dikine gittim. Bir hünermiş gibi bu. Bazen daha da kötüsü, hak edenlere dahi hak ettikleri özeni gösteremedim. Olsun bir gün onu da öğrenirim de belki mezarımda gelincikler açar o zaman...